Türkiye’de Suçlu Gençler
Türk toplumu gerçek anlamda genç bir toplumdur. Nüfusumuzun % 60’ını 25 yaşın altındaki çocuk ve gençler oluşturmaktadır. Gençlik suçluluğu kentleşmenin ayrılmaz bir sonucudur. Ülkemizde hızlı kentleşmeye paralel olarak gençlerin işledikleri suçlar artmaktadır, daha da artması beklenmektedir. Sanayileşmeye koşut olarak hızla büyüyen kentlerde gençler arasında çalma, soygun, yaralama, adam öldürme, vuruculuk, kırıcılık, evden kaçma, içki ve uyuşturucu kullanımı, cinsel sorumsuzluklar ve çeşitli yasak çiğnemeler yaygınlaşmaktadır.
Bu durumun düşündürücü yönü, suçluluk oranındaki yükselişin genç nüfusun artışından daha hızlı olmasıdır. (Yörükoğlu, 2000; Doğan, 1996)
Toplumdaki bireylerin normal dışı davranışlar içinde olmalarında kırdan kente göçün rolü, daha geçen yüzyılın başında kesin çizgilerle ortaya çıkmıştır. Ülkemizde 1970’lere kadar yapılan araştırmalar daha çok köy problemlerine yöneliktir. Çatışan rollerin heyecan birikimine yol açtığı, izole hayatın ise uyumsuzlukla sonuçlandığı kentteki hayatın, davranış bozukluklarını artırıcı olduğu ilgili meslek çevrelerince kabul edilmektedir. (Kıray, 1984).
Toplumsal göçebe veya yerleşik olması ile köyde veya kentte yaşıyor olması bireyin davranış biçimleri için önemli belirleyicilerdir. Çok hızlı bir iç göçle büyük kent mahallelerine eklenen taşra insanının derin ruhsal sıkıntılarının dışavurumu, özünde toplumsal problemleri sıklıkla tek tek vakalar hâlinde kent gündemine taşımaktadır. Demografik etkenlerin ekonomik ve kültürel etkenlerle iç içe bulunması suç olgusunu ortaya çıkarmakta ve suçluluğun artışına sebep olmaktadır. (Sencer, 1970).
Köy kökenli gençlerin işlediği suç, ülkemizde hâlâ önde gitmektedir. Bu durumda ilginç olan kentte oturup da poliste başı derde giren gençlerin yüzde 93’ünün de köyden kente göçmüş ailelerin, yani gecekondu çocukları olmasıdır. (Yörükoğlu, 2000) Şehirlerde bazı bölgelerde göreli ekonomik eşitsizliğin ve istihdam imkanlarının sınırlı olmasının suç oranlarını yükselttiği belirtilmektedir. (Özbek, 1993; Siegel, 1989)
Çarpık yapılanmış bir kentte yeni gelen kişi geleneklerini sürdüremez. Göç edilmiş yerle içine girdiği yeni ortam arasında bir bağdaşıklık göremez. Çaresizlik ve mahrumiyet çekmekte, çoğu zaman farklı derecelerde bunalımlara düşmektedir. Kentteki köylü bağlanabileceği insancıl bir şeyler bulabilmek için derin bir istek duyar. Kişiliğini ifade etmek ve kendi adına davranışta bulunmak için, güçlü bir tutku duyan bu insan çoğu kez aradığına ulaşamamakta ve mutsuz olmaktadır. Psikososyal ve ekonomik sıkıntıların büyük bir kısmını bu bocalama durumunun bir etkeni olarak görebiliriz . (Köknel, 2001; Kıray, 1984).
Kırsal alanlardan kente göç, birçok şey gibi gencin kişilik oluşumunu da etkileyecektir. Yeni yetişen genç çevre ile kuvvetli bağlarının oluştuğu bir devrede ortam değişikliği ile karşı karşıya bırakılırsa kişilik oluşumunu yıpratıcı etkiler ortaya çıkacaktır. Genç kendini çevreleyen şartların olumlu yada olumsuz oluşu ölçüsünde kent hayatının gerekleri ile uyum veya çatışma durumunda olacaktır. Kente uyum, zamana bağlı olduğu için belli bir süre sonra şehre gelenler apayrı bir kültür meydana getireceklerdir. Kentleşme aile yapısı üzerinde eğitim, kültür, teknolojik imkânlar ve konfor sağlamak olumlu etkilerde bulunması yanında, aile bağlarının zayıflaması, gençleri aile dışında gruplara koyması gibi menfilikler de getirir. Grupların olumsuz hareketlerine yönelerek suça yönelmeler, boşanma ve evlilik dışı ilişkiler bu olumsuz etkilerin sonucudur. (Sencer, 1970)
Kente göç ile birlikte, ailenin çocuklar üzerindeki denetimi azalmaktadır. Ayrıca aile içinde yeni kent toplumunun istediği kişiliği verecek şekilde otorite ve sevgi ilişkileri gelişmemiştir. Buna rağmen kentlerde çocukların sosyalizasyonunu sağlayan aile dışındaki kurumlardan söz konusu küçükler, yeterince yararlanamaz. Göç eden anne baba köydeki davranış biçimlerini hemen değiştirmemekte, bu durum kentin özgür dünyasında bulunan gencin aile ile sorunlar yaşamasına yol açmaktadır. Kentte bir diğer önemli sorun işsizlik ve geçim sıkıntısıdır. (Köknel, 2001; Kıray, 1984)
Toplumsal ekonomik düzeyin düşüklüğü, bir yandan maddî yaşama şartlarını ağırlaştırdığı için, bir yandan da toplumsal güçlükleri yoğunlaştırması sebebi ile dolaylı olarak kente ait uyum açısından menfi bir etkide bulunmaktadır. (Köknel, 2001; Kıray, 1984)
Hükümlü gençlerin iş durumları incelendiğinde, bunlar içinde işsiz olanların yüzde 60, çalışanların yüzde 40 olduğu görülmektedir. Büyük çoğunluğu ilkokul öğreniminden öteye geçememişlerdir; yüzde 20’ye yakın bir bölümü de okur-yazar değildir. Bu gençlerin yüzde 41’i parçalanmış ailelerden gelmektedir. Anası yada babası olmayan veya hem anasız hem de babasız olanların oranı yüzde 29’dur. Türkiye’de parçalanmış aile oranının yüzde 8 dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Suçlu çocukların ailelerinde parçalanma oranı, genel oranın çok üstündedir (yüzde 22). Suçlu çocukların yüzde 47.6’sının çeşitli nedenlerle ana babalarından belli sürelerle ayrı kaldıkları da görülmektedir ki bu, suça yönelmede önemli etkenlerden biridir. Başka önemli bir özellik, suçlu gençlerin yüzde 86’sının beş kişiden fazla üyesi bulunan kalabalık ailelerden gelmeleridir. (Yörükoğlu, 1997; Doğan, 1996)
Göçmen çocuklarında ilk kuşak, kökenlerinden kopmuş olmanın getirdiği yalnızlık ve bilinç dışı suçluluk duyguları taşımaktadırlar. Bu yüzden geleneksel hayat sitilini davranış, duygu ve düşüncelerinin içeriğinden sürdürerek, bunlara daha fazla sarılmaktadırlar. Sadece bu yolda ilişkilerinde ve güncel ortamın biçimine uymakla yenirler. Diğer açılardan kapalı bir grup oluştururlar. Kente göç eden ailelerde, her ne kadar biçim açısından çekirdek aile tipi yaşam sürdürülse de, ailenin sosyal hayat ve güvencesinde geniş aile ölçüleri uygulamaktadırlar. Ölüm, kaza, iflas ve benzeri olaylar karsında, aynı çatı altında olmasalar bile, geniş akrabalığın kapsamı içindeki kişiler hemen bütünleşip gerekli desteği sağlamaktadırlar. (Koptagel, 1985)
Gençler arasında toplu suç işleme eğilimi Batı ülkelerinde daha yüksektir; oysa ülkemizde bireysel suçlar başta gelmektedir. Türkiye’de kişilere yönelik yaralama, öldürme gibi suçlar ilk sırayı almakta, ondan sonra cinsel suçlar, en sonra da mala karşı suçlar gelmektedir. Oysa Batı ülkelerinde genç suçluluğu denince ilk akla gelen hırsızlık ve soygundur (%80). Bununla birlikte kentleşmenin hızlanması ile hırsızlık suçlarında artma, kan davası ve kız kaçırma gibi geleneksel suçlarda azalma beklenebilir. Nitekim kentlerde işlenen suçların yarısı hırsızlık suçudur.
50 milyonluk hiç bir Batı ülkesinde nüfus içindeki gençlik kesimi bu kadar büyük değildir. Resmi sayılara bakarak Türkiye’de çocuk ve genç suçluluğunun büyük boyutlarda olmadığı söylenilebilir. İşleme konmayan, karakolda çözümlenerek mahkemelere yansımayan pek çok olay bulunduğu da bir gerçektir. (Yörükoğlu, 2000; Doğan, 1996)