DR.DİDEM KÜT
Dr.Öğretim Üyesi
DR.DİDEM KÜT
Dr.Öğretim Üyesi

Blog Post

Çocukların Suça İtilme Nedenleri

Haziran 28, 2021 Makaleler
Çocukların Suça İtilme Nedenleri

Gençlik suçluluğunun (juvenile delinquency) nedenleri çok çeşitlidir. Başka bir deyişle tek bir mikropla bulaşan bir hastalık değil, pek çok etkenin belirlediği bir davranış bozukluğudur. Yoldan çıkan bir genci suça yönelten nedenler üç ana kümede toplanabilir:
1.Gencin yapısı, özellikleri ve yeteneklerine ilişkin etkenler,
2.Gencin yetiştiği aile yapısı, aile düzensizliği ve ana-baba ilişkileri,
3.Gencin ve ailenin içinde yaşadığı toplumsal ortam ve yaşam koşulları.
Bu etkenler birbiri ile sıkı sıkıya ilişkili olarak sonucu belirler. Kimi zaman bir etken, kimi zamanda başka bir etken ağır basar. Ancak sonuç tüm olumsuz etkenlerin bir bileşkesi olarak ortaya çıkar. Suçlu gençler yada suça itilmiş gençlerle ilgili pek çok araştırma yapılmıştır. Gençlerin davranışlarını saptıran nedenler bugün için yeterince aydınlanmış sayılır. Yoldan çıkmış bir genç, ailesi ve yetiştiği toplumsal ortamla birlikte ele alınıp incelendiğinde hiçbir gencin durduğu yerde suça yönelmediği anlaşılabilir. Başka bir deyişle gencin suç işlemesi, ruhsal, zihinsel, ailesel ve toplumsal tüm olumsuz etkenlerin bir sonucudur. (Yörükoğlu, 2000; Steward, 1996)
Suçlu çocuğun ortaya çıkmasında ailenin, çocuk sayısının, ekonomik sorunların, eğitim sistemlerinin, genetik faktörlerin, zekanın, köyden kente göçün ve evsiz sokakta yaşamanın, bedensel-ruhsal hastalıkların, alkol ve uyuşturucu bağımlılığın önemli rolü olduğu belirtilmektedir. (Çotlu ve diğ. 1993)
Olumsuz sosyokültürel ve ekonomik etkenler bireyin kişilik yapısında suça yatkın eğilimlerin belirginleşmesine sebep olduktan sonra kişinin yaşamındaki motivasyonları etkileyerek suç fillinden önce “suç işleme imajı” rasyonalize edilmektedir. Sosyal ve moral değerlerin zayıflaması, köşe dönme, çalışmadan kazanma gibi maddi kalıp ve hedeflere planlanmış subkültürel bir rasyonalizasyon bireyin yaşam sitiline hakim olmak arzu ve isteklerini en kolay ve kısa yoldan doyuma ulaştırmak sahtecilik vs, gibi çözüm yolu olarak algılamasına sebep olmaktadır. (Üge, 1993; Ziyalar, 1981)
Yapılan pek çok araştırma, suçlu gençlerin ot gibi yerden bitmediğini, onların özel koşullarda ve belli ortamda özellikle yetiştirilmiş gibi suça itildiklerini doğrulamaktadır. Bu ortam genellikle sevgiden yoksun, güven vermeyen, karışık, düzensiz ve çatışmalı bir aile ortamıdır. Çocuğun kişilik gelişimini aksatacak, ruhsal uyumunu bozacak pek çok etken bir arada bulunur. Kavga, geçimsizlik, ayrılık, içki, kaba disiplin, anlayışsızlık, ilgisizlik veya anti-sosyal eğilimler vardır. (Yörükoğlu, 2000; Geen ve Donnerstein, 1998)
Birçok araştırmacı insanları suç işlemeye sevk eden nedenlerin başında ailenin geldiğini kabul etmektedir. Ailenin çocuktan beklentileri, o çocuğun hayatını ve çevresi ile duygusal iletişimini önemli derecede etkileyecektir. Bu yüzden, insan yaşamı boyunca seçme özgürlüğüne sahip olmadığı tek şey ailedir. Parçalanmış aile deneyimi, çocuğun toplumsallaşması sürecini kesintiye uğratması sebebiyle hatalı ve eksik bir sosyalleşmeye yol açar. Bunun sonuçlarından biri de suç davranışıdır. Araştırmalar suçlulukla parçalanmış aile deneyimi arasında ilişkiler bulunduğunu desteklemektedir. (Uluğtekin, 1991; Ögel ve diğ. 2005)
Bireysel suç işleyenlerin geçmişleri ve aileleri incelendiğinde, bunların erken çocuklukta yoksunluk çekmiş, annelerince benimsenmemiş çocuklar olduğu görülmektedir. Sevgisiz büyümüş ve temel güven duygusu geliştirememiş gençlerdir. Oysa toplu suçlara yönelmiş olanlar, erken çocuklukta yoksunluk çekmemiş, daha sonraki yıllarda sevgi, bakım ve denetimleri yetersiz kalmış gençlerdir. Bunlar kentlerin yoksul kesimlerinde, kargaşanın, düzensizliğin ve suç işlemenin yoğun olduğu bir çevrede büyümüşlerdir. Çevrenin olumsuz, ayartıcı etkisi ağır basmaktadır. Buna karşılık bir çok araştırmacı bireysel suç işleyen gençlerin daha çok orta sınıflardan geldiğini, onlarda aile içi sorunların daha ağır bastığını vurgulamışlardır. (Yörüloğlu, 2000). Sert ve otoriter bir baba, çocukta olumsuz tavırların oluşmasına onun uyumsuz bir birey olmasına, hatta evden kaçma gibi davranışlarla anti sosyal davranışa ilk adımlarını atmasına sebep olmaktadır. (Sutherland, 1995)
Her türlü suçlulukta aile içi sorunlar rol oynamakta, ancak toplu suç işleyenler ortak bir hınçla, kendilerini dışlayan toplumdan öç almaya yönelmektedirler. Kendilerini toplumun refahından pay alamayan, itilmiş, ezik üyeler olarak görmekte, toplumun değer yargılarına sırt çevirmekte, yabancılaşmaktadırlar. Bu nedenle olumsuz bir kimliği paylaşarak topluma baş kaldırmaktadırlar. Ancak yoksul mahallelerde davranış bozukluğu göstermeyen gençler de vardır. Bunları suça itilmekten koruyan etkenler ailede aranmalıdır. Aile yaşamı düzenli, aile bağları güçlü olan ve yeterli sevgi alan, denetim gören gençler suça yönelmemektedir. Aile sorunları varsa hiç kuşkusuz yoksul sınıflardan gelen gençlerin yoldan çıkması, çevrenin ayartıcı etkisi nedeniyle daha kolay olmaktadır. Böylece toplum ve aile etkenleri birbirini tamamlayıcı bir rol oynamaktadırlar. (Yörükoğlu, 2000; Steward, 1996)
Jenkins (1964) tek tek işlenene suçlar ile toplu işlenen gençlik suçları arasındaki ayırıma dikkat çekmiştir. Bir çeteye bağlı olarak topluca çalma, soygun, saldırganlık eylemlerine katılan gençlerin daha çok alt sosyo ekonomik sınıflardan, yoksul kesimlerden geldiğini belirterek bu gençlerin refah içinde olan varlıklı sınıflara besledikleri imrenme, öfke, öç alma duygularıyla davrandıkları vurgulamıştır. Bu gençlerin toplu suçlara katılması bir saygınlık sorunudur, katılmayan topluluğun dışına atılır. Burada ortak vicdan veya ortak süper ego egemendir. Buna karşılık tek başına suç işleyen genç, kişisel patolojisinin etkisiyle davranan daha sağlıksız bir başkaldırma davranışı içindedir. (Yörükoğlu, 2000; Melton ve diğ. 1997)
Yoksul aile çocukları, varlıklı okul arkadaşlarından kendilerini çok farklı bulurlar; onların değer yargıları yabancı gelir, amaçları ise erişilmez görünür. Okul başarısızlığı onları orta sınıfın değer yargılarından büsbütün uzaklaştırır. Yaşıtları ile ancak spor alanında ve kavgada başa çıkabilirler. Kabadayılıkla, otoriteye karşı gelerek, üstünlüklerini kanıtlama çabasına girerler. Tepki gördükçe karşı tepkilerini artırarak sürdürürler. Öğretmenle çatışır, okuldan kaçar, kuralları çiğner, yasaklara aldırmazlar. Başka bir deyişle, varlıklı gençlere açılan kapıların kendisine kapalı olduğunu gördükçe genç, benimsediği ters yada olumsuz kimliğe iyice sarılır. Aynı umutsuzluk içine düşen ve aynı öfkeyle dolu olan benzerleriyle kader ortaklığına girer. Bu dayanışma onu daha dayanıklı kıldığı gibi suçluluk duygusundan da kurtarır; benlik saygısını yükseltir. Birbirini destekleyerek, birbiriyle özdeşim yaparak orta sınıf değerlerine birlikte saldırırlar. (Cohen, 1955)
Gençlerde görülen her davranış bozukluğu bir anti-sosyal (psikopatik) kişilikten kaynaklanmaz. Anti-sosyal kişilik yapısı geliştirmiş olan gençler aynı suçları yinelerler, hiç pişmanlık ve suçluluk duymaz, dürtülerini dizginleyemez, atak ve saldırgan davranırlar. İnsanlara bağlanamaz, yakın ilişkiye giremezler.Buna karşılık kimi gençlerin davranış bozukluğu nevrotik veya tepkisel olabilir. Örneğin, bir boşanmadan, bir ölüm olayından sonra ortaya çıkan davranış sapmaları bu türdendir. Başka bir deyişle gencin yaşadığı bir ruhsal travmaya, içinde bulunduğu depresyona verdiği bir yanıt, bir uyum çabasıdır. Bir bakıma genç, olumsuz davranışıyla ailesine yardım çağrısı yapmakta, ilgiyi üstüne çekmeye çalışmaktadır. Kardeşi doğduktan sonra sevilmediğini, bir kenara itildiğini sanan çocuğun, annesinin çantasından para çalıp, armağan alarak kendisini ödüllendirmesi bunun bir örneğidir. (Yörükoğlu, 2000; Geen ve Donnerstein, 1998)
Suçla ilgili yapılan araştırmalar suçlu çocukların ailelerinin sorunlarından birinin de eğitimsizlik olduğunu ortaya koymaktadır. Eğitilmiş olmak, anne babaya hiç değilse kendi davranışlarını eleştirme ve denetleme imkânı vermektedir. Ailenin sosyoekonomik şartları aile hayatının ruh sağlığını etkilediği gibi çocuğun kişiliğini de etkiler. Arzularına doyum bulamayan veya somut olarak açlığa ve kötü hayat şartlarına mahkûm olan çocuklarda yoğun bir endişe görülür. Bu kişiliğinde derin izler bırakır ve çocukta sürekli bir güvensizlik hâli oluşturur. (Kağıtçıbaşı, 1988)

Write a comment