Çocuklarda Ölüm Anlayışı



Aile bireylerinden birinin ölümü aile için dayanılması zor bir durumdur. Ölüm Karşısın da çocukların tepkisi yaşlarına göre değişiklik gösterir.
Erken çocukluk döneminde annenin ölümü genellikle ruhsal bozukluklara neden olabilir.
Çocuğun daha sonraki yaşantısı, ölen ebeveyninin boşluğunun kimin tarafından ve nasıl doldurulacağına bağlıdır.
Ölüm olayı, çocuk çok küçük değilse uygun bir dille açıklanmalıdır, gerçek saklanmamalıdır. Çocuk ölüm haberini kendisine en yakın hissettiği kişiden duymalıdır.
Ölüm anında üzüntüyü belli etmek sağlıklı bir davranıştır. Ölüm karşısında çocukların yas tutmaları ve yetişkinler gibi üzülmeleri beklenemez. Anne ya da babasını kaybeden çocuğun
davranışları, ölen ebeveyninin cinsiyeti, onunla ön yaşantısı, diğer ebeveynin evlenip evlenmemesi ve başka kardeşlerin varlığına bağlı olarak değişiklik gösterir. Çocuğun ölümle karşılaştığı yaş da önemlidir. Yedi yaş öncesi çocuk, yetiştiren ebeveynin yerine gelecek
birini kabul edebilir. Yedi-on yaş arasında çocuğun ölüm olayını kabullenmesi zorlaşır.
Çocuklarda duygusal ve zihinsel zorlanmalar görülebilir. Çocuğun hayatında önemli yer tutan sevgi ojelerinden birini kaybetmek çocukta duygusal şoka neden olabilir. On yaş sonrası ölüm karşısında gösterilen tepkiler yetişkinlerinkine benzer niteliktedir.
Çocuğun duygusal tepkileri gelişim düzeyine, yaşına, ölen ebeveynle ilişkilerine, ölüm koşullarına ve ailenin tepkilerine göre farklılık gösterir. Çocuğun duygularını ifade etmesi
için fırsat verilmelidir. Üzüntüsünü, acıyı yaşadığı dönemde yaşamasına izin verilmelidir.
Çünkü acılar kişilerin bireysel tepkileri doğrultusunda yaşanmadığında üzerinden uzun yıllar geçse de mutlaka başka bir zeminde ve başka bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Çocukların Ölüm Anlayışı
20. yüzyılın başlarından itibaren çocuk psikolojisine ilişkin sayısız araştırmalar yapılmasına rağmen, çocukların ölüm anlayışına ilişkin araştırma ve çalışmalar ancak son zamanlarda odak noktası haline gelmiştir.3 Oysa çocukluk yıllarında kaybedilen anne, baba yada kardeş gibi yakın bir kişinin etkisi, sadece çocukluk yıllarıyla sınırlı kalmayıp, belki yaşam boyu devam etmektedir. Her ne kadar çocukların ölüm anlayışlarına ilişkin ilk çalışmalar, II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlamışsa da, esas itibariyle son otuz senedir bu alanda ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Bazı istisnaları olmakla beraber, bu alanda en kapsamlı ve derinlemesine araştırma yapılan ülkelerin başında da Amerika gelmektedir.
Çocukların ölüm anlayışına yönelik araştırma yapanlar genellikle bilişsel gelişim teorilerini, (çoğunlukla da Jean Piaget tarafından geliştirilen bilişsel gelişim teorilerini) kullanmaktadırlar. Bilindiği gibi, Piaget, ilk çocukluktan erinliğe kadar zihinsel gelişimi analiz etmiş ve birçok gelişimsel basamaklar ortaya koymuştur. Sadece ilk çocukluk (infancy) döneminde bile, Piaget’e göre altı farklı zihinsel gelişim basamağı vardır. Piaget çocukların uzun bir süre gerçek anlamda soyut düşünce basamağına ulaşamayacaklarını, hatta on yaşındaki çocukların bile, tüm zihinsel kaynaklarıyla birlikte sadece somut işlemler basamağına ulaşabileceğini ileri sürmektedir. Dolayısıyla çocuklar ancak ergenlik döneminde tam olarak soyut kavramları ve buna bağlı olarak da ölüm kavramını anlayabilirler.
Ancak çocukların ölüm anlayışlarını sadece bu zihinsel gelişim teorileriyle açıklamaya çalışmak yeterli değildir. Çocukların ölüm anlayışlarında dil ve zeka gelişiminin de önemli bir yeri vardır. Çocukların dil gelişimi uzun bir süreci gerektirir. Küçük çocuklar kelimelerin anlamlarını tedrici olarak öğrenirler. Onlar önce kendileri için anlamlı olan somut kelimeleri, daha sonra da soyut kelim ve Ancak bundan 10-12 Ancak bundan 10-12 yaş öncesi çocukların soyut kelimeleri hiç anlamadığı ya da bu tür soyut kelime ve kavramlara hiçbir anlam yüklemedikleri sonucu çıkamaz. Bununla birlikte bu kavramların tam olarak anlaşılabilmesi, çocukların belli bir yaşa, belli bir zeka ve dil gelişimine sahip olmalarını da gerekli kılar. İşte ölüm olayı da çocuklar tarafından belli bir yaşa kadar anlaşılması zor olan soyut kavramlardan bir tanesidir.
Diğer taraftan çocukların ölüm anlayışını sadece zeka ve dil gelişimi değil, daha pek çok faktör de etkilemektedir. Bunlar arasında en başta çocukların yaşı, bilgisi, bu konuda aldıkları eğitim, tecrübe, cinsiyet, ırk vs. gibi faktörler gelmektedir. Özellikle 3-6 yaş arasındaki çocuklar için yakınlarından, tanıdıklarından, arkadaşlarından ya da kardeşlerinden herhangi birisinin ölümü, onların ölümü anlamalarını sağlayacaktır. Oysa büyük çocuklarda (7-12), böyle bir tecrübe onların ölüm anlayışlarında çok önemli bir sonuç oluşturmayacaktır. Tüm bu sınırlılıklara rağmen, her ne kadar küçük çocuklar ölüm hakkında tam ve yeterli bilgiye sahip olmasalar bile, yine de ölümle ilgili bir şeyler bildikleri, duydukları ve hissettikleri de bir gerçektir.Yetişkinlerin çocukluk yıllarında ölüm olayıyla ilgili olarak hatırladıkları şeyler üzerine yapılan bir araştırmada, 2-5 yaş arasındayken, cesetle ilgili bir şeyler hatırladıkları, ancak bu cesedin kime ait olduğu konusunda herhangi bir şey hatırlamadıkları ortaya çıkmıştır. Bununla beraber, cenaze törenleri ve mezarlıklar en çok ve canlı olarak hatırlanan şeylerdir. Bu manzaralar yetişkinlerin bazen en erken hatırladıkları şeyler olmuştur. Dikkat edilirse bu da daha çok somut kelime ve kavramları oluşturmaktadır. Araştırmacılar, çocukların ölüm anlayışlarını evrensel olarak tüm çocuklara uygulamada kesin basamaklarla açıklamak yerine, genellikle çocukların ölüm anlayışlarının aşamalı olarak geliştiğini ve zamanla değiştiğini kabul ederler. Çoğu psikolog çocukların ölüm anlayışlarını tek kavramla değerlendirme yerine, benzer alt kavramlarla değerlendirir. Bu alt kavramları da sonluluk,12 evrensellik,13 önceden kestirememek,14 ve ölümden kaçınmanın mümkün olmaması15 gibi kavramlar oluşturmaktadır. Genellikle bu alt kavramlar, ölüm olayını tam olarak anlamak için zorunlu olan kavramlardır. Çocuklar yaş ve zeka gelişimiyle birlikte ne kadar çok ölüm olayıyla ilgili tecrübeleri olursa, o kadar çok ölüm hakkında doğru ve yeterli. bilgiye sahip olabilmektedirler. Bu alandaki literatüre dayalı incelemelerin sonucu şudur ki, çocukların ölüm anlayışları aşamalı olarak gelişir ve bu noktada en önemli faktör yaş ve tecrübedir. Bu kısa girişten sonra şimdi önce bu alanda yapılan araştırma sonuçlarını, daha sonra da bu sonuçlar üzerine kısa bir değerlendirme yapabiliriz. Çocukların ölüm anlayışlarına ilişkin ilk çalışmalardan biri Nagy’e aittir. Nagy yaşları 3-10 arasında değişen ve Budapeşte bölgesinde yaşayan 378 çocuğun ölüm hakkındaki duygu ve düşüncelerini çeşitli metotlarla araştırmış ve onların ölüme verdikleri anlamı üç basamakta incelemiştir. Birinci basamak: 0-5 yaş arası. Kesin/kati bir ölümün olmadığı basamaktır. Çocuklar bu basamakta ölümün ne anlama geldiğini bilmezler, yaşamı ve bilinçliliği ölü kişiye atfederler. Bu kabullenmenin iki şekli vardır: a) ölüm bir ayrılıktır, bir uykudur, bu durumda çocuk ölümü tamamen inkar eder; b) çocuk ölümü anlar, ancak onu yaşamdan ayırt edemez. O ölümü tedrici veya geçici bir olgu olarak görür. Bu basamaktaki çocuğa göre eğer bir kişi gözden kaybolmuşsa, o ölü olarak kabul edilir. Buna göre ölüm bir ayrılıktır. Ölmek demek aynı zamanda yaşamak demektir, ancak bu yaşam şekli farklıdır.
Bununla beraber bu basamaktaki çoğu çocuklar, bir kişi öldüğünde sadece onun görülmediğiyle tatmin olmaz, onun nereye gittiğini ve yaşamını nasıl devam ettirdiğini de merak ederler. Çoğu çocuklar yoklukla cenaze merasimleri ya da mezarlık arasında bir ilişki kurarlar. Bu anlayışı göre, ölen kişinin yaşadığı yer artık mezarlıktır. Hareket etme, tabut tarafından engellenmektedir. Ancak tüm bunlara rağmen ölü kişi hala büyümesini devam ettirebilir. Onlar beslenirler ve nefes alırlar. Yine onlar yeryüzünde neler olup bittiğini bilir ve yakınlarının kendilerine besledikleri duyguları hissederler. Böylece ölü kişi mezarlıkta yaşamını devam ettirir. Bununla beraber çocuk bu hayatın sınırlı olduğunu, normal insanların hayatları gibi bir hayatlarının olmadığının da farkındadır. Çocuklardan bazıları da gözden kaybolan bu hayatı tamamen uykuyla sınırlandırırlar.17 ikinci basamak: Ölümün kişiselleştirilmesi. 5-9 yaş grubu çocuklarını kapsayan bu basamaktaki çocuklar ölümü kişiselleştirir.
Her ne kadar bu kavram çocukların tüm yaş gruplarında görülse bile, en belirgin olarak 5-9 yaş grubu çocuklarında rastlanır. Ölümün kişiselleştirilmesi iki şekilde olur. Ya ölüm farklı bir kişiyle tasavvur edilir ya da ölen kişiyle kişiselleştirilir. Bu dönemdeki çocuklar ölüyü ya iskelet bir kişinin varlığı şeklinde tasavvur ederler ya da bireysel olarak kendi ölü-adam imajını yaratırlar. Ölü adam onlar için görülmeyen bir varlıktır. Bu basamaktaki çocukları birinci basamaktaki çocuklarla kıyasladığımızda, ikinci basamaktaki çocuklarda gerçeklik hissi konusunda bir artışın olduğu görülmektedir. Çocuk ölümün varlığını, onun mutlaklığını ve kesinliğini kabul etmektedir. Ancak ölümün ve ölü kişinin anlamı hakkında kesin bir bilgiye sahip değildir. Ölüm mevcuttur, ancak bizden uzaktadır. Kişi ondan uzak olduğu sürece ölümden kurtulabilir. Ölüm sadece ölen kişileri yakalar. Dolayısıyla her kim ölümden kaçarsa ondan kurtulabilir.
Üçüncü basamak: Beden faaliyetlerinin durması: Çocuklar ancak 9 ve ileriki yaşlarda ölümü, vücut fonksiyonlarının sona ermesi olarak anlarlar. Çocuk, ölümün bizim içimizde yer alan bir süreç olduğunu anladığında, onun evrenselliğini de anlamış olur. Ancak bu noktadan sonra çocuklar ölümün kaçınılmaz bir olgu olduğunu kavrayabilirler. Bu basamaktaki çocuklar sadece ölüm konusunda daha gerçekçi bir tutuma sahip olmayıp, aynı zamanda kendilerine ilişkin bir dünya görüşü de geliştirirler. Artık bu dönemdeki çocuklardan ne ölümü saklamak mümkün, ne de aslında böyle bir yaklaşım doğrudur.
Çocukların gelişim basamaklarını dikkate alarak ölüm anlayışlarına ilişkin kapsamlı araştırma yapan kişilerden birisi de Vianello’dur. On yıl süren araştırma sonuçlarını özetleyen Vianello şu bilgileri vermektedir: Çocuklar tarafından ölüm anlayışı daha önceki araştırma sonuçlarının aksine daha erken yıllarda ortaya çıkmaktadır. Hatta 2-3 yaşındaki çocuklar bile, çok anlamlı olmasa da, ölüm hakkında bazı bilgilere sahip olup, onun farkındadırlar. Zira 3 yaşından küçük çocuklarda bile bir hayvan ya da bir böcek öldüğünde, bir şaşırma ve acıma hissi görülmektedir. Vianello da araştırmasında o yaştaki çocukların, ölümün uyku ya da hastalıktan farklı olduğunu kavrayabildiklerini ve ölümün, hayatın zıddı olarak tanımladıklarını, ölüm nedeni olarak da silah, bıçak, kaza ve özellikle de canlılığın son bulması olarak gördüklerini belirtmektedir. Çocuklar sadece hayvanların değil, yetişkinlerin ve çocukların da ölümünden bahsede bilmektedirler.
5-9 yaş arası çocuklar: Bu dönemde, ölümün sonluluğu dahaiyi anlaşılır. Artık çocuklar ölen bir kişinin geri dönemeyeceğini fark ederler. Bununla beraber hala, ölümün kaçınılmaz bir sonuç olduğunu anlamakta zorlanırlar. Onlar insanların ancak hastalık ya da herhangi bir trafik kazası sonucu öldüklerine inanırlar. Bu dönemdeki çocuklar, ne kadar güçlü ya da şanslı olursa olsun, herkesin öleceği fikrini tam olarak kavrayamazlar. Onlar ölümün bir son, ancak kaçınılabilecek bir son olduğuna inanırlar.
10 ve ilerisi yaşlar: Bu basamaktaki çocukların büyük çoğunluğu ölüm hakkında iki büyük gerçeği kavrayabilirler: “Ölüm herkese gelecektir” ve “ölüm hayatın sonudur.” Her ne kadar bu hususları tam olarak kavrayabilmek zor ise de, bu basamaktaki çocukların büyük çoğunluğu bunların gerçek olduğunu kabul eder. Artık onlar ölü bir kişinin geri döneceğini beklemezler. Onlar hasta kişilere ya da ölen kişiye bakan ve onu korumaya çalışan kişilerin bile bir gün öleceğini bilirler.
Bu dönemdeki çocuklar ölüme neden olan hususlar konusunda kesin bir yargıya sahip olmayabilirler. Çoğu zaman onlar ölen kişiye herhangi bir şeyin neden olduğunu, bazen de kişilerin kötülüklerinin ya da iyiliklerinin kendi ölümlerine neden olduğuna inanırlar. Yetişkinler gibi çocuklar da bu tür bir olayla karşılaştıklarında mantıki ve izah edilebilir bir neden bulmaya çalışırlar. Aslında onlar da basit olarak, “onun bir hastalığı vardı ve öldü,” şeklindeki bir nedeni anlamakta zorlanırlar.
Bundan sonra örnek olarak vereceğimiz araştırmacılar daha çok çocukların ölüm anlayışlarını kavramsal boyutta incelemektedirler. Daha önce de belirttiğimiz gibi, çocukların ölüm olayını bir bütün olarak kavrayabilmeleri için, birtakım alt kavramları tanımaları gerekiyordu. İşte bu alt kavramları tanıma süreçlerini gösteren çalışmalardan birkaç örnek: Speece ve Brent (1992) çocukların ölüm anlayışına ilişkin yapmış oldukları araştırmada, çocukların önce ölümün evrenselliğini, daha sonra ölen bir kişinin bir daha geri dönemeyeceği kavramını ve en son olarak da vücut fonksiyonlarının artık işlemeyeceğini anladıklarını ortaya koymuşlardır. Ancak çocukların bu kavramları bile tam olarak anlayabilmeleri için yüksek düzeyde bilişsel yeteneklere sahipolmaları gerekiyor. Örneğin çocuklar önce, vücut fonksiyonlarının durmasıyla ilgili olarak hareket edememe ve konuşamamayı, daha sonra da düşünememe ve hissedememe kavramlarını anlamaktadırlar. Bu durum da çocukların önce somut fikirleri, daha sonra da soyut fikir ve kavramları anlayabildiklerini göstermektedir. Araştırmacılar, çocukların 10 yaşına gelinceye kadar, yeterli bir ölüm anlayışına ulaşamadıklarını, zira onların bireysel prensipleri tam kavramlarla birleştirmeye muktedir olamadıklarını belirtmişlerdir. C. Norman ve B. L. Mishara (1992) 60 ilkokul öğrencisi üzerine yaptıkları araştırmalarında, birle beşinci sınıf çocuklarından % 87’sinin ölümün evrenselliğini anladıklarını, yani herkesin, bir kaza ya da herhangi bir hastalığa yakalanmasa bile, bir gün öleceğine inandıklarını bulmuşlardır. Çocuklardan % 90’ı ölümün bir son olduğunu, yani ölen bir kişinin bir daha geri dönmesinin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Çocukların yarısından fazlası (%53) ölümün önceden kestirilemez bir durum olduğunu belirtmiştir. Çocuklardan % 90’ı ölümün nedenini dış, örneğin kaza ve sigara içme gibi etkenlere bağlamıştır. Öğrencilerden sadece % 10’u ölümün iç nedenlerden dolayı olduğunu ifade etmiştir. Çocuklardan % 40’ı ölen kişilerin, her ne kadar görüp hareket edemeseler bile, “iyi” ya da “kötü” gibi duyguları hissedebileceklerini, üçte biri de ölen kişilerin başka bir ortamda örneğin, Cennette yaşamlarını devam ettirdiklerini ifade etmiştir. Bu araştırmada, 9-10 yaşına gelen çocukların tamamının olgun bir ölüm kavramına sahip oldukları görülmüştür.
Çocukların ölüm anlayışlarına ilişkin olarak Mahon ve arkadaşları, yaşları 5-12 arasında değişen 22 İsrailli kırsal kesimde yaşayan çocuklar üzerine yaptıkları araştırmada, çocuklardan % 45’inin doğru tutarlı bir ölüm anlayışına sahip olduklarını bulmuşlardır. Çocuklardan aşağı yukarı tamamının (% 95.5) ölümden kastedilenin vücut fonksiyonlarının durması (nonfuctionality) % 63.6’sının ölümün evrenselliği, % 50’sinin de ölümden kaçınılmazlığı boyutunu anlayabildiklerini ortaya koymuşlardır. Mahon ve arkadaşları, yaptıkları araştırmalarında “yaşın,” çocukların ölüm kavramını anlamada en önemli faktör olduğunu bulmuşlardır. Söz konusu araştırmada, bazı altı yaşındaki çocukların bile doğru bir ölüm anlayışına sahip olurken, 10-11 yaşlarındaki tüm çocukların, tam ve doğru bir ölüm anlayışına sahip oldukları bulunmuştur. Bununla beraber elbette yaş sadece tek faktör değildir.
Örneğin bu araştırmada, 12 yaşında olduğu halde, doğru ve yeterli bir ölüm anlayışına ulaşamayan çocuklar bile görülmüştür. Araştırmacılar sonuç olarak, bu alanda yapılan daha önceki çalışmaların aksine, kendi araştırmalarında çocukların daha erken yaşlarda (6 yaşlarında) ölüm kavramını anladıklarını ileri sürmüşlerdir. Elbette bunda İsrail’de yaşamanın, sürekli ölme ve öldürme eylemlerine tanık olmalarının da etkili olduğunu hatırlatmak gerekir. Yaşları 6-12 arasında değişen (birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar) 65 Kanadalı çocukların ölüm anlayışları üzerine yaptığı araştırmasında Mishara da şu sonuçlara ulaşmıştır: Her ne kadar ölüm anlayışı her sınıf düzeyiyle artsa da, birinci sınıf çocukların da bile ölüm kavramı oldukça iyi anlaşılmaktadır. Tüm yaş grubundaki çocuklardan % 71’i ölümün bir son olduğunu anlarken, birinci ve ikinci sınıflardan sadece birer kişi (%3), ölen bir kişinin tekrar yaşayan bir kişi olacağını ileri sürmüştür. Bununla beraber, birinci sınıftaki çocuklardan üçte ikisi ölü insanların da görme ve işitme gibi tecrübelere sahip olabileceklerini belirtmişlerdir. Bu durum beşinci sınıf çocuklarında % 20’ye kadar azalmaktadır. Birinci sınıf çocuklarının üçte ikisi, herkesin öleceğine inanırken, ikinci sınıftaki çocukların tamamı bir gün herkesin öleceğini söylemişlerdir. Toplam olarak araştırmadaki çocuklardan % 88’i ölümün evrenselliğine inanmaktadırlar. Araştırmada dikkat çeken sonuçlardan birisi de, beşinci sınıftaki çocuklar da dahil olmak üzere, ölümün nedeninin tam olarak anlaşılamamasıdır. Yani ölümü daha çok dış etkenlere bağlamaktadırlar.
3-5 yaşları arasındaki çocuklarda ölüm olayı, uyku ve uzak bir yere seyahat şeklinde algılanır. Bu anlayışa göre nasıl ki insanlar uykudan uyanıyorlarsa, aynı şekilde ölümden de tekrar uyanıp canlanabilirler. Yine küçük çocuklara göre ölümden dikkatli olunmak suretiyle kaçınılabilir. Dahası, küçük çocuklar ölen bir kişinin duygu ve düşüncelere sahip olabileceğini ve bazı faaliyetleri yapabileceğine inanırlar. Her ne kadar bu dönemde Piaget’e göre, çocuklardan soyut düşünmeleri ya da soyut kavramları anlamaları beklenmese bile, ölüm hakkında düşünmeye başladıkları ve zamanla ölümle ilgili konuşabildikleri de bir gerçektir. Bu yaşlarda çocuklar ölen bir kuşun ya da kedinin gerçekte ne olduğunu anlamak için, sürekli olarak onları yoklarlar. Çocuk bu tecrübeyle ölümün geçici bir fenomen olmayıp sürekli bir durum olduğunu ve vücuttan bir parçanın ayrıldığını düşünür. Beş yaşından itibaren çocuklar artık yavaş yavaş ölümün bir son olduğunu, evrensel ve kaçınılmaz bir fenomen olduğunu anlamaya başlarlar. Sekiz yaşlarının sonlarına doğru çocuklar, bir gün kendi anne ve babalarının da öleceğinden şüphelenmeye başlarlar. 9-10 yaşlarına yaklaştıklarında, aynı sonun ve kaderin kendileri için de olacağını kavrarlar. Ancak bu noktada şu hususu da göz ardı etmemek gerekir ki, çocuğun ölüm anlayışı sadece yaş ve zeka faktörüne bağlı olmayıp, daha pek çok faktöre bağlı olan bir olgudur.
B. Ölüm Olayının Çocuklar Üzerine Etkisi
Ölümden elbette hem yetişkinler hem de çocuklar etkilenmektedir. Ancak çocukların daha fazla etkilendikleri bir vakıadır. Dolayısıyla sevilen aile bireylerinden ya da yakınlardan herhangi birinin ölümü durumunda, çocuklar ya ölüm gerçeğini tamamen reddetme, ya ölümü değişik tarzda (örneğin bir gün geri döneceği şeklinde) yorumlama yoluna giderler, yahut da ölümü gerçek olarak kabul ederler. Ancak hangi tür yorumu kabul ederlerse etsinler, psikolog ve psikiyatristlere göre çocuklar ölüm olayından derin bir şekilde etkilenirler ve bazı durumlarda bu etkiler yaşam boyu devam edebilir.
Bununla beraber çocukluk döneminde çocukların acı ve kederlerini etkileyen daha pek çok faktör de vardır. Bunlardan birincisi, çocuğun yaşı, cinsiyeti, gelişim seviyesi, bilişsel durumu, kişilik yapısı duygusal olgunluk seviyesi ve bireysel hayat tecrübesi gibi bireysel farklılıklardır. İkincisi, duygusal desteğin niteliği ve niceliği,ailenin iletişim şekilleri, ailenin dini ve kültürel uygulamaları, çocuğun toplumsal baskılara karşı maruz kalma durumu gibi çevresel faktörler ve ölen kişiye olan yakınlık, ölen kişinin yaşı ve ölüm şekli,ölüm anında ve ölüm sonrası geride kalan kişinin bu süreçlere olankatılımı gibi durumsal faktörlerdir. Tüm bunlar hem çocuklarınhem de genç ve yetişkinlerin ölüm olayına bakışlarını ve ondan etkilenmelerinifarklı ve değişik şekillerde etkileyecektir.
Suçluluk duygusu: Ailenin hayatta kalan üyeleri bazen sevdikleri bir kişinin kaybında bir suçluluk duygusuna kapılarak kendilerini şu sözlerle suçlayabilirler: “Keşke onu yapmasaydım…”, “Keşkeonu demeseydim, bugün yaşıyor olacaktı,” “Keşke hastaneye biraz daha önce yetiştirebilseydik,” “Keşke onu bugün okula göndermeseydim.” Bu gibi durumlarda hem yetişkinler, hem de çocuklar ölenkişi hakkında onun ölümünü engelleyebileceklerini, ancak bunun için bir şeyler yapmadıklarını sanıp kendilerini suçlu görebilir ve suçluluk duygusuna kapılabilirler. Çocuklar da anne ya da babalarından birisini (sözgelimi intihar gibi) kaybettiklerinde bir suçluluk duygusu geliştirebilirler. Çocuk bu olayın kendisinin itaatsizliğinden kaynaklandığını, arkadaşlarıyla hiç iyi geçinmeyip çok kavga ettiğini veya okulda başarısız olduğundan ya da ekonomik olarak aile için bir sorun oluşturduğundan böyle bir olayın meydana geldiğini düşünerek kendisini sorumlu tutabilir. Tabi bu gibi durumlarda ölen kişinin, neden öldüğüne ilişkin gerçek nedenleri çocuklara anlatmak gerekir. Kızgınlık: Özellikle sevilen ve genç yaşta ölen kişiler için, onu seven kişiler o kişinin ölümüne neden olan her şeye karşı bir kızgınlık gösterebilirler. Hatta bu konuda Tanrı’yı dahi suçlayabilirler.
Yetişkinlerle birlikte çocuklar da bu gibi durumlarda, anne ve babalarını kaybettiklerinde kızgınlık tecrübe edebilirler. Çocuklar geçici olarak ölen kişiye karşı bir nefret duygusu geliştirebilirler. Yani bir çeşit sevgi ve nefret ilişkisi şekillenebilir. Bu gibi durumlarda, çocuklar kendilerinin en çok yardıma muhtaç oldukları bir dönemde, kendilerinden ayrıldıklarından dolayı anne ve babalarına bir kızgınlık duygusu geliştirebilirler. Aslında bu durum oldukça karmaşık bir durumdur. Bu kızgınlık ve üzüntü sadece çocukluk yıllarında değil, kişinin hayatı boyunca, özelikle de düğün ve bayram gibi günlerde hep hatırlanır ve bu duygu devam ettirilir.
Kederlilik ve Depresyon: Çok sevilen bir kişinin ölümü halinde, bireyler bazen o kadar üzülürler ki, insanlardan ve her türlü insan ilişkilerinden uzaklaşarak bir süre kendi köşelerine çekilebilirler. Sevdiğini kaybeden birey ümitsiz bir şekilde kendisini yalnız hisseder, yalnız kalma ve terk edilme korkuları oluşturur. Özellikle çocukları en çok etkileyen durum kendilerinin yalnız kalma ve terk edilme duygularıdır. Uykusuzluk, iştahsızlık, konsantrasyon eksikliği, genel fiziki rahatsızlık, enerji kaybı tüm bunlar, matem ve acı sonucu ortaya çıkan bazı depresyon semptomlarıdır.
Kaygı: İster yetişkin isterse çocuk olsun, sevdikleri herhangi bir kişiyi kaybettiklerinde, kendi hayatında çok önemli değişikliklerin yer alacağını ve bunun ne tür bir etkisinin olacağını düşünürler. Kocasını kaybeden bir anne, ailenin ekonomik durumunu nasıl karşılayacağını düşünür. Annesini kaybeden bir çocuk, kendi bakımı ve ilgisinin kimler tarafından ve nasıl karşılanacağını düşünür. Eşini kaybeden bir koca da, çocuklarına karşı nasıl hem bir baba hem de bir anne olarak davranacağının hesabını yapar. Tabi bu yeni duruma uyum sağlama kişiden kişiye değişebilir. Bazıları kısa sürede bu yeni duruma alışırken, bazıları uzun süre kendilerini bu acı ve kederden kurtaramadığı gibi, ciddi anlamda bir psikologa ya da bir psikiyatriste ihtiyaç duyabilir. Anne ve babasından birisini kaybeden bazı çocuklar, kaybettikleri babası ya da annesi gibi davranmayı onun gibi olmayı deneyebilirler.
Çocuk “babam nasıl birisiydi” diye sorar ve aynen onun gibi olmaya çalışır. Onun davranışlarını taklit eder. Hatta bazıları o kadar çok etkilenir ki, kaybettiği babası ya da annesi gibi yürümeye, onun gibi konuşmaya, onun gibi giyinmeye ve onun yarıda bırakmış olduğu işleri ve projeleri bitirmeye çalışır. Babasını kaybeden oğlan çocuğu, babasının yerini almaya çalışarak, kendisini ailenin reisi gibi görmeye başlar, annesini kaybeden kız çocuğu da annesi gibi davranmaya çalışır. Ya da bazı durumlarda, anne ve babasını kaybeden çocuk, kaybettiği anne ya da babasını unutmaya ve onların yerine bir başkasını model almaya, onların yerine onu sevmeye ve ona ilgi duymaya çalışır ki, bu tamamen içindeki boşluğu doldurmaya yönelik psikolojik bir ihtiyaçtan kaynaklanan bir durumdur.
Akademik başarı: Araştırmacılar ölüm olayının, çocukları sadece ruhsal açıdan değil, akademik başarı açısından da önemli derecede etkileyebileceğini belirtmektedirler. Yakınlarını kaybeden yaklaşık 50 ilkokul öğrencisi üzerine yapılan bir araştırmada, bu çocuklardan aşağı yukarı hepsinin okul başarısında ani bir düşüş yaşadıkları, pasifleştikleri ve diğer arkadaşlarıyla ve sosyal dünya ile ilişkilerini kestikleri görülmüştür. Araştırmada aynı cinsten ebeveynlerini kaybeden çocukların tersi durumda olan çocuklara oranla daha başarısız duruma düştükleri ortaya çıkmıştır. Küçük çocuklarda başarısızlık durumu daha belirgin çıkmıştır. Karşıt cinsten ebeveynini kaybeden çocukların akran ilişkilerinde daha sorunlu oldukları, utangaç çocukların tamamen sosyal ilişkilerden uzaklaşırlarken, yaramaz çocukların da daha saldırgan oldukları ortaya çıkmıştır. Araştırmacılar çocukların tekrar normal duruma ulaşmalarının iki üç yıl alabileceğini öne sürmüşlerdir
Suç oranı: Son zamanlarda yapılan araştırmalar, ergenlik dönemindeki bazı psikolojik rahatsızlıkların, özellikle de intihar olaylarının ilk çocukluk yıllarındaki ayrılıklardan ortaya çıktığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla anne ve babanın kaybının çocuklar üzerine olan olumsuz etkileri, sadece muayyen bir zamanla sınırlı olmayıp, bazı durumlarda yaşamı boyunca devam edebilmektedir. 7514 suçlu kişi üzerine yapılan bir araştırmada, tek anne ve babaya sahip olan çocukların ileride hem anne hem de babası olan çocuklara oranla çok daha fazla suç işledikleri tespit edilmiştir. Elbette bu durum, her tek aile bireylerinden oluşan evlerin birer patolojik, anne ve babalarla birlikte yaşanan evlerin de birer huzur mekanı olduğu anlamına gelmez. Ancak, ailedeki birey sayısı ne kadar çok olursa, çocukların da psikolojik olarak daha mutlu olacakları ve kendilerini daha güvenli hissedecekleri de bir gerçektir. Yine ilk çocukluk döneminde ebeveyn ölümüyle daha sonraki yıllarda ortaya çıkan depresyon hastalığının ortaya çıkışı arasındaki ilişkiyi araştıran İngiliz psikiyatrist F. Brown araştırmasında, 216 depresyon vakasına sahip yetişkinlerden yaklaşık olarak beşte ikisinin, 15 yaşından önce anne ve babasından birisini kaybettiğini bulmuştur. Oysa bu durum normal insanlarda, yani bu dönemde anne ve babasını kaybetmeyen kişilerde ortalama olarak yedi kişide bir kişidir. Bu araştırmada ortaya çıkan en önemli hususlardan bir tanesi de, dört yaşlarında babasını kaybeden çocukların, ileriki yaşlarda depresyon geçirme oranının diğerlerine oranla yaklaşık iki kat daha fazla olmasıydı. Brown çalışmasını şu şekilde sonuçlandırır: “Çocukluk dönemindeki (ölüme ilişkin) acı ve keder, daha sonraki yaşamda depresyon hastalığının gelişmesindeki en önemli faktörlerden birisidir.” Brown’un bu çalışma sonuçları bize, çocukluk yıllarında maruz kalınan bu tür acı ve kederlerin sadece o acının yaşandığı zamanla sınırlı olmayıp, gelecekte de etkisini devam ettirdiğini göstermektedir. Büyük bir olasılıkla çocukluk yıllarındaki bu ölüm olayının ileriki yıllarda duygusal ya da davranışsal birtakım rahatsızlıklara neden olacağı bir gerçektir.
Sonuç
Bir bilim dalı olarak kuruluşundan itibaren, Din Psikolojisi alanında çocukların dini duygu ve düşünce gelişimlerine ilişkin çeşitli çalışmalar yapılmasına rağmen, çocukların ölüm anlayışları, ölümün çocuklar üzerindeki etkisi ve ölüm eğitimi gibi konular üzerinde pek araştırma yapılmamıştır. Ancak son otuz senedir bu tür. konular gündemde olmuştur. Oysa ister yetişkin isterse genç ve çocuk olsun, insanları en çok etkileyen olaylardan bir tanesi de hiç şüphesiz ölüm olayıdır. Ölüm olayı özellikle çocuklar için son derece önemli bir olay olup, gerekli eğitici ve öğretici tedbirler alınmadığı takdirde, olumsuz etkileri hayat boyu devam edebilecektir.
Çocukların ölümü algılama biçimleri onların diğer soyut kavramları algılama biçimleri gibi birtakım durumlara bağlıdır. Bunların başında çocukların yaşı, cinsiyeti, duygusal gelişimi, çevresi, bu konudaki tecrübeleri ve hakim olan örf ve adetler gelmektedir. Ancak tüm bunlardan da önemlisi, onların zihinsel ve duygusal gelişim süreçleridir. Dolayısıyla çocuklar belli bir yaşa gelinceye kadar tam olarak ölümü ve ölüme ilişkin bazı temel alt kavramları anlayamazlar.
KAYNAKLAR:
AİLE VE ÇOCUK EGTİM KİTAPLARI
Doç. Dr. Mustafa KÖYLÜ YAZILARI, Nazlı TUNCAY